Otomatik Portakal (Clockwork Orange) filminin saykodelik estetiği sinema tarihinin eşsiz filmlerinden biri haline gelmesine neden olur ve film sonrasında kendisine atıfta bulunulan bir klasik durumuna gelmiştir. Öyle ki Clockwork Orange, şimdilerde bir çok klişenin dayandırıldığı filmlerden olmuştur diyebiliriz. Bir bilim kurgu filmi olarak diğer yandan bu derece gerçekçi toplum analizi yapan film, Stanley Kubrick’in yaşadığımız bu korkunç alaycı dünyayı yansıtan çarpıcı aynası olarak kalmaya devam ediyor. Clockwork Orange, gerçekten de mükemmel bir felsefi filmdir.
Stanley Kubrick’in 1963 yılı yapımı Dr. Strangelove ve 1968 yılı yapımı 2001: A Space Odyssey filmlerinden sonra üçüncü bilim kurgu türündeki filmi A Clockwork Orange, Anthony Burgess’in aynı isimli hikayesinden sinemaya uyarlanmış ve 1971 yılında seyirciyle buluşmuştur. Senaryolaştıran Kubrick’in kendisidir. A Clockwork Orange, Kubrick filmleri arasında şiddet ve cinselliğin doruk noktasına ulaştığı film olarak dikkat çeker. Film, modern toplum ironisidir. Kubrick’in 1961 Lolita filminin sansüre maruz kalmasına rağmen film yapımcılarının böylesine tehditkar bir filme destek olması yine Kübrick’in eseri olsa gerek. Lolita filmi hakkında biraz daha bilgi vermek gerekirse; Vladimir Nabokov’un aynı adlı romanından yine kendisi tarafından senaryolaştırılmış ve Kubrick tarafından çekilmiş bir filmdir.
Şiddet ve Toplum: Clockwork Orange filminin sosyolojik açıdan analizi
Filmin geneline bakalım. Clockwork Orange üç ana bölümden oluşan bir masal. İlk bölümde, ailesiyle beraber bir kenar mahallede yaşayan Alex’in acımasızlığı anlatılıyor. Alex, bir suç çetesinin başıdır. Sadece tek kurala itaat eder; kendisine. Bu kuralı kendine korunak yapar ve şiddet ihtiyacını gidermek için suç işler, döver, tecavüz eder, terör olayları düzenler ve destek olur. Alex’in karşı konulamaz şiddet duygusunu tatmin etme durumundan zarar gören, acı çeken çete üyeleri Alex’e ihanet ederler ve finalde Alex cinayetten tutuklanarak hapse atılır. İkinci bölümde, Alex’i, cezaevinde, tüm şiddet ve cinsel dürtülerini iyileştirmeye çalışan deneysel bir tedaviyi kabul eden bir genç olarak izliyoruz. Bu değişim, onu cezaevinden çıkarmak için bir bilet niteliğindedir. Üçüncü bölümde, artık Alex serbest ve zararsız biri olarak sokaklardadır. Ancak Alex bu defa, eski kurbanlarınca, siyasi muhalif bir grubun devrimde kullanılacak bir aracına dönüşür.
Şiddet ve İnsanlık: Clockwork Orange filminin felsefi açıdan analizi
Clockwork Orange filminde en şaşırtıcı şey, toplumun bakış açısının kahramandan daha ahlakdışı olmasıdır. Diğer bir deyişle, Alex’in zorbalığına maruz kalan iyi vatandaşların sadece korunmasını garanti altına alan bir gücün altındaki acıklı halini görürüz. Filmde idealizm yoktur. Polisler, eski suçlular; sosyal hizmet uzmanları ise politika içindeki suçlular ile omuz tokuşturan elit kesimden insanlarıdır. Bakan, kendi yerini korumak için halkın nabzını yoklayan ve karşı partinin düşmanı olan, yazar ise karısı asistanı tarafından taciz edilen entrikacı insanlardır. Alex ise insanların böyle bir durumda meydan okumak yerine başkalarının bireysel tercihlerine boyun eğilmesine dayanamıyor.
Şiddet ve Cinsellik: Clockword Orange filminin psiko-analitik teoriye yaklaşımı
Stanley Kubrick, Antony Burgess’in romanına sadık kalarak seks manzaralarını, pornografik resimler, çıplak kadın figürlü ahşap heykeller, dev penis heykelleri ile yansıtmıştır. Alex’in şiddet alışkanlığının temelini acımasız bir ironi içinde sosyal hayat ve kültürle ifade etmek daha akla yatkındır. Açık-fosforlu renklerin insanlarca saç rengine kadar kullanılması fütüristik dünyanın göstergesidir. Bununla yüzleşen grup olarak Alex ve çetesi ise beyaz giyinirler. Ayaklarında asker botları ve başlarındaki siyah şapka ile başka bir çağı simgelemektedirler. Rafine görünümleri, eylemlerindeki vahşilik ile arasındaki zıtlığı güçlendirmektedir. Fraud, Kubrick’e esin kaynağı olmuştur.